Apsuvara Grubunun düzenlediği anma gününde 1918'den başlayarak, 1999'a kadar devam eden süreci anlatan, yakın tarihimizin özeti sayılabilecek nitelikte bir sergi açıldı. Diaspora şehitleri hatıralarıyla, bayraklarıyla, fotoğraflarıyla, mektuplarıyla, silah arkadaşlarıyla birlikte anıldı. Anma günü Apsuvara Grubunun kaleme aldığı aşağıdaki yazının okunmasıyla ve yapılan dualarla son buldu.
"Bundan tam yirmi yıl önce, Gürcistan işgali altındaki Sohum'a yönelik yapılan operasyonda Şrom, yani Abazacasıyla Guma cephesinde Efkan Tsıba'yı şehit verdik.
Tam 20 yıl önce 23 yaşında şehit verdiğimiz ve bugün mezarı başında bulunduğumuz o genç Abaza, silah arkadaşının kucağında Kelime-i Şehadetle son nefesini vermeden bir hafta önce, "Öleceksek de, yakışır bu şekilde ölmek" diyordu.
Pek çoğumuzun masasına müsade almadan oturamayacak yaşta, herkesten önce ayağa kalkanlardan, herkesten önce yurduna, Abhazya'ya can verenlerden oldu.
Kimimizin kardeşi, kimimizin abisi, evladı, torunu olacak yaşta, halkının şehidi olarak 20 yıl sonra da daha dün gibi aklımızda ve kalbimizdedir.
Efkan, 74 yıl sonra küçük emperyalist Gürcistan'ın saldırısına kendini muhatap gören ve bunun gereği olarak elde silah cephede vuruşmayı seçen soylu bir diaspora neslinin ferdiydi.
74 yıl sonra dedik... Çünkü o nesil, diasporanın Gürcistan işgaline karşı ilk kalkışması, vatana omuz vermek için yola ilk çıkışı değildi.
74 yıl önce de, 1918 senesinde Sakarya'nın Kobaşlar köyünden Süleyman Abgınba liderliğindeki yüzlerce diaspora delikanlısı Abaza ve Adige, köyleri, kasabaları basıp yağmalayan, elleri kadınlarımıza, yaşlılarımıza uzanan emperyalist Gürcistan tasallutuna karşı gemiyle Abhazya'ya çıkartma yaptılar.
Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin bir unsuru olan Abhaz Halk Konseyi'ne, Simon Basariya ve savaşçılarına destek vermek için yola düştüler.
Bir Fransız şairin dizeleri, kapkara denizi aşan Süleyman Abgınba ve Efkanları, kahraman silah arkadaşlarını canlandırıyor gözlerimizde:
"Yolun düşerse kıyıya birgün,
Ve maviliklerine enginin,
Seyredalarsan,
Dalgalara göğüs germiş olanları hatırla,
Selamla, yüreğin sevgi dolu,
Çünkü onlar fırtınayla savaştılar eşit olmayan savaşta,
Ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden,
Sana liman gösterdiler uzakta... "
Bugün 1918 savaşçılarının ve şehitlerinin ismi tarihe karışmışsa da, hatıraları artık her 3 Kasım'da, yedi yıldızlı bayraklarımızla tazelenecektir.
Yusuf Suad Neguç gibi, Ahmet Nuri Tsağo gibi... Adige çocuklarını eğitmek ve onlara milli bilinç kazandırmak için evlerini terk eden Düzceli Adige öğretmenlerlmiz...
Vatan topraklarının en fırtınalı yıllarında, Çarlığın işgalinin Sovyet işgaline evrildiği o yıllarda, bir bilinmeze yol alıp dönüşçü ruhun en değerli sembolleri oldular!
Fişlendiler, sürüldüler, tehdit edildiler ama çıktıkları yolda son nefeslerini yurtlarında verdiler.
Unutulmayacaklar!
Adlarına ödüller, okullara, sınıflara isimleri verilecek; onlarca yıl sonra Adige çocukları, Kafkasyalı çocuklar yine "onların" öğrencileri olacaklar.
İşte o gün, bizler, görevimizi yerine getirmek için ilk adımları atmış olacağız.
Bugün isimleri tarihin defterinde silikleşen kahramanlarımızı özellikle anıyor, hatırlıyoruz!
Üç çocuğunu ve eşini geride bırakıp 1995'te Çeçenistan'ın özgürlüğü için toprağa düşen Hüseyin Gülseren'i; 20 yaşında ilk Çeçen savaşına katılıp, Efkan'la aynı yaşta Çeçenistan'da şehit olan Ufuk Kaynar'ı anıyoruz.
Ufuk, o gencecik Çeçen genci, 1998 senesinde, İstanbul Güngören Derneği'ndeki bir şiir yarışmasında "Etrafımı sarmalayan dikenli telleri, yumruklarımı kanatırcasına parçalamak istiyorum" diyordu.
Ata toprakları, büyük emperyalist Rusya'nın vahşi işgaliyle bir kez daha karşılaştığında, Ufuk yine cephede, yine canını siper etmiş ve Kasım 1999'da Türkiye Kafkas Diasporasının Hüseyin Gülseren'den sonra Çeçenistan'a verdiği ikinci şehidi olmuştur!
Hani diyordu ya Efkan;
"Ve bize özgü bu,
Genç ölmek bize özgü,
Bize özgü bir yer yatağıda çenesi bağlı bir ihtiyar olmamak
ölümüyle dostlarını rahatlatmamak...
Bize özgü, yalnızca kemiklerin gömülmesi toprağa, yalnızca etin çürümesi...
Ve bize özgü, hiç bir zaman silinmemek anılardan..."
Ne Ufuk, ne Hüseyin...
Ne çatışmanın en şiddetli anında kahkahalarıyla, cesaretiyle silah arkadaşlarının yanında duran, son mektubunda "Vatanınm bitirilirken, milletim öldürülürken, Türkiye'de yaşamaya decam edemezdim" diyen Zafer Argun,
Ne bir aynanın önünde "düğüne gider gibi" hazırlanıp, silah arkadaşlarına "Ben bugün gelmeyeceğim" diyen Vedat Kozba,
Ne ardında bir damla göz yaşı dökmeden "Ne mutlu bize" diyen bir anne bırakan Adige halkının şerefi Hanefi Yegoj,
Ne de genç savaşçıların üstüne kapaklanıp onların yerine kurşun yiyen, zar zor konuşurken "Türkiye'de yaşayıp giderdik ama içimiz rahat etmedi" diyen Bahadır Abağba, afırxatsa Bahadır!
Silinmeyeceksiniz anılardan...
Ruşbey Smır'ların çığlığı yükseldikçe, kavganız bir meşale gibi, bir bayrak gibi, bir bayrak gibi nihai kurtuluşa, tam bağımsızlığa dek elden ele taşınacaktır!
Unutulmayacaksınız!
Bu halkların çocukları sizin isimlerinizle çağrılacak.
Ve bilecek her biri; NEDEN en güzel yıllarınızdan, dostlarınızdan, sizlere ümit bağlayan ailenizden, sevdiğiniz kızdan, doğmuş ya da doğacak evlatlarınızdan, yaşanacak onca güzel anıdan hiç tereddütsüzce, asla şüphe duymadan ve sarsılmadan vazgeçtiğinizi!
Kardeşleri itilip kakılmasın, el kapısına bel bağlamasın diye; yurdunda korkmadan, öldürülmeden, kaybedilmeden, sürülmeden, aşağılanmadan yaşayabilsin diye can verdiler diyeceğiz!
Tarihlerine, dillerine, köylerine, evlerine, namuslarına uzanan eller kırılsın diye can verdiler diyeceğiz!
Vatan için diyeceğiz, özgürlük için can verdiler diyeceğiz!"
APSUVARA GRUBU
*Fotoğraflar Apsuvara Grubunun facebook grubundan alınmıştır